İz
- MEHMET KULOĞLU
- 22 May 2022
- 2 dakikada okunur
İlkbahar belirtilerini göstermeye başlamıştı. Gölün üzerindeki buz tabakası artık kırılmış, yettiğince göle ağırlık veriyordu. Güneş ışınlarının gümüşsü kolları bir girdabı ısıtmaktaydı, ama daima soğuk ve nemli bir rüzgârın son saldırılarına maruz kalıyordu.. Rüzgar sessiz ve zalimdir. Seyrek görülür ama inatçıdır. İnsanları karaparçalarında, sularında kovarlar, evlerine girer, amansız bir kedi ya da kuş, kuzu kılığına bürünür; kızgınlığını inleyerek gösterir. Yıllar önce ölmüş, ne olduğunu, hangi kişilik olduğunu unutmuşsundur. Ama o her şeye rağmen yine canlanır, bakışları sana dönüktür... Afaroz olmadan önce boğulmuş koca koca yusufçuklar, soğuk ve nemli rüzgara rağmen gölün yüzeyinde uçuyor korkmuyorlardı. Bu değişik formdaki yaratıkların en korkutucusu en zararlısı kim olduğunu iyi bilenlerdi. Sessizlikle silikleşmiş, serseri görünümünde olan ama serseri olmayan bu canlılar hiç durmadan bir yerlere dadanırlar, en çokta kendi içlerine... Kendi içlerinde durmadan dolanır en son kendileriyle bir bütün olurlar. Gölün yüzeyinde ince bir küf tabakası belirliyor, zayıf bir rüzgar esintisi havaya binlerce parça savuruyor, bu küf birden kayb oluyor. Ardından ölüm geliyor. Küfler ölüyor. Herkesin beklediği sıcaklarda ölüm geldi. Ölüm ile, kulübelerden kulübelere koşuyorduk. Önce kendimizi daha sonra hastaları kurtarmak için, ölen hastaları! Ama uğraşımız boşunaydı; düşman o kadar güçlü ki biz hiçbir şey yapamıyoruz. Sıkı sıkı kapatılmış kapılar, sağlamca örtünen pencerelerin ardına bile ölüm acıyla iner. Acı inliyor, haykırıyordu. Kadınlar, adamlar ve birkaç saat içinde eriyip biten ben ve ölüm. Ümitsizliğin son noktasına varmış insanlar ateşten kendilerine kuş tüyü şilteleriyle örtüler yapanlardır. Vahşi bakışlı insanların, ölü umutları maviye çalan başka yüzlere şaşkınlıkla bakanlardır. -Ölüm kolay kolay gitmez... Ölüm büyük bir kavanozun içinde debelenen şaşı gözlü varlıklara da bakar. Sobadaki ateşin erimesinede iyi bakar. İşkence çeken insanların gövdelerine ancak o tatlı bir uyku ihsan edebilir. Bilinmeyen, çözülmeyen sırları ancak o sonsuz bir çözümleme ve kurtuluşa erdirebilir. Her şey yanlız o... Tanrı şimdi erişilmez bilgeliğle bizi bekliyor. Her şeyi kaplamış, çocuklarına kucak açan bir anne gibi bizi bekliyor. O; dumandır, yoldur, avludur, hapishanedir, hastahanedir, komşudur, toktur, açtır, sestir, devrilen ağaçtır... O kutsaldır. Bir akşam yüzüm yandı ve ellerim gözlerim bağlı bir şekilde Tanrıma dönerek ona beddua ettim. Durmak bilmeyen ürpertiler beni çokça sarstı, öldüm. 'A gözlerime baktı, bende onunkilerine. Gözümün diğer tekini ondan istedim vermedi, zorlada olsa onu ikna edip aldım! Ardından bir tarlaya sürüklendim, derin bir çukur kazdım. Çırılçıplak soyunup içine girmesini istedim. Sert ve nemli rüzgarı güneşle yaktım. Kaldığım çukurun üzerinde gölü döktüm. Ortada yalnız kalan toprak başımın çevresinde tepindi, öylece kalakaldım. İyice etrafa bakınıp karınca yuvası olmadığını görünce sessizlişti ve kendini astı. Sessizlikle silikleşti, birinin bileklerini kesip sessizleşip saatlerce akan kanına bakması gibi bir sessizlikte... O beni unutmamıştı bende onu unutmadım. Toprağımda biten ufacık bitkiler gözlerimin önünde dev ağaçlar gibiler. Başım dönüyor ve uyanıyorum, her şey bir rüyaymış.
MELİK DEMİR
Comentarios